Yıllardır teknesiyle dünyayı dolaşan Osman Atasoy’un deniz tutkusunu dinlerken ‘Ah o gemide ben de olsaydım’ şarkısını mırıldanmaya başlıyor insan. Ancak onun teknesiyle yol almak bu sefer yürek istiyor.
Çünkü Atasoy, çok zor olduğu için ‘Denizlerin Everest’i denilen Horn Burnu’nu geçmeye hazırlanıyor. Bir buçuk yıl önce başladığı yolculuğa ara verip Arjantin’den İstanbul’a uçakla gelince kapısını tıklattık.
Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’de deniz, herkesin ortak tutkusu. Bu tutkuyu kimimiz balık tutarak kimimiz küçük tekne turlarıyla tatmin ediyor. İstanbullular Boğaz turlarıyla bir nebze rahatlıyor. Deniz tutkunu insanlarsa bir fidanın suya muhtaç olduğu gibi ihtiyaç duyuyorlar denize. İnsanlarla uğraşmaktansa en sert rüzgârları, en büyük dalgaları göğüslemeyi tercih ediyorlar küçük tekneleriyle. Hayata ufuk çizgisinden bakarak dünyayı daha küçük görüyorlar belki de. 5 yıl karayla irtibatını keserek okyanusları aşan ve dünyayı bir uçtan diğer uca dolaşan Osman Atasoy da bunlardan biri.
Kızının hasretine daha fazla dayanamayarak ‘yuvam’ dediği teknesinden ayrılıp yollara düşmüş Osman Atasoy. Teknesiyle 16 günde geçtiği Atlantik Okyanusu’nu uçakla üç dört saatte geçmeye yüreği el vermemiş ve okyanusun üstünden geçerken gözlerini kapatmış. Atasoy, bu durumu seyahatin ruhuna aykırı buluyor ve kendisini Türkiye’ye gelmemiş sayıyor. “Kendi teknemle geldiğim zaman buraya gelmiş sayılırım.” diyor.
Atasoy, dünya seyahati yapmaya 12 yaşında gördüğü bir yelkenliden etkilenerek karar vermiş. Babasının kayığıyla denize açıldıklarında yanlarından geçen yelkenliye hayran kalmış. Nazlı bir sevgili gibi giden yelkenliyle birlikte akıp gitmiş sularda. O günden sonra tekneyle dünya turu yapmak hayatının en önemli amacı olmuş. Büyüdükçe de deniz sevgisi derinleşmiş. İstanbul Üniversitesi’nde Sosyoloji bölümünü bitirip iş hayatına atılmış ancak deniz tutkusunu bastıramayarak okyanuslara açılmaya karar vermiş. İlk dünya turunu 1992 – 1997 yılları arasında tamamlamış. Evlenirken eşinden dünya turuna çıkma sözü aldığı için eşi Zuhal Hanım, Atasoy’a bu turda eşlik etmiş. Turun ikinci yarıyılında kızları dünyaya gelmiş. Çift, kızlarına Deniz ismini vermiş. Denizde doğan Deniz, 2,5 yaşına kadar teknede büyümüş. Yani Atasoy’un hayatında büyük bir yer kaplayan ‘deniz’e bir Deniz daha eklenmiş. Atasoy, denizlerin Everest’i denilen ‘Horn Burnu’nu geçen ilk Türk’ olma hedefine ulaşmak istiyor. Bu hedef için 1,5 yıl önce Türkiye’den demir aldı. Ancak Arjantin’de mola verdi ve kızı için Türkiye’ye geldi.
Deniz tutkunu Osman Atasoy, yaklaşık bir aydır teknesinden, denizinden ayrı. Kara yaşamına karşı düşman olmasa da denizden ayrı yaşamaya dayanamıyor. Sallanmayan bir yatakta uyumak eziyet gibi geliyor. 5 senelik dünya turunun ardından eve dönünce de bir süre uyuyamamış. Sallanmayan yatak kendisini çok şaşırtmış. ‘Gece hava mı döndü, rüzgâr mı çıktı’ diye yataktan fırlayıp durmuş. Son bir aydır da karada olduğu için rüyalarında denizi görüyormuş.
Tekneyle denizde olmak ana rahminde olmak gibi
Atasoy, insanın bazen ana rahmindeki durumuna dönmek istediğini söylüyor ve o ortama en uygun yerin deniz olduğunu anlatıyor. Çünkü ona göre, sonsuzu özleyen ruhun kavuşmak istediği mekânın dünyadaki karşılığı deniz. “Deniz eşittir huzur” diyen Atasoy, denizdeki dostlukların çıkarsız olduğunu dile getiriyor. Bir gün Brezilya’da demirlemişken Belçika bayraklı bir gemi yanlarına yanaşmış ve Türkçe ‘merhaba’ demiş. Teknedeki İstanbullu Ermenilerle dost olmuşlar. Teknede ihtiyaç duyduğu eksiklikleri, malzemeleri birbirlerinden tamamlamışlar. Bir daha hiç karşılaşmayacakları bu insanlarla muhabbetin tadına varmışlar. Atasoy, ‘Ertesi gün onlar doğuya biz batıya gittik. Tekrar karşılaşmasak bile aynı ailenin fertleri gibiydik. Denizci dostlukları beklentisiz, çıkarsız oluyor.” diyor.
Çizgili deftere yazamıyor çünkü…
Deniz müptelası Osman Atasoy, seyahati yazmak için bir defter aramış teknesinde. Sadece çizgili bir defter bulabilmiş. Deftere yazmaya başlayınca fark etmiş ki sınırları önceden belirlenmiş sayfalara yazamıyor. Çünkü çizgisiz defterlerde kalem bile daha özgür hareket ediyor. Denizci adam özgür olur, rotasını kendisi belirler ya Osman Atasoy da öyle. Sınırlardan hoşlanmıyor. “Deniz tutkunuzu kaptan olarak tatmin edemez miydiniz?” diye sorunca, kaptan olmakla denizci olmanın çok farklı olduğunu söylüyor. Atasoy’a göre gemideki bir kaptan başkasının belirlediği seyahati gerçekleştiriyor. Rotasını belirleme özgürlüğü yok. Ama denizci denize daha yakın. Gemideki işçi de o, kaptan da o. Dümeni istediği yöne kırıyor.
Deniz, babasını denizlerden kıskanıyor
Kızının hasretine dayanamadığı için dünya turuna mola veren Atasoy, hayatta iki denizden asla vazgeçemezmiş. Engin denizler onu öyle esir almış ki iki senedir kızı Deniz’i görmemiş. Havaalanındaki ilk karşılaşma anı da duygu doluymuş. Kızı babasını ilk kez görüyormuşçasına bakmış bakmış ve boynuna atlamış. Denizci Atasoy, “Her şeyin bir bedeli var” diyor. Kızı Deniz’in, kendisini âşık olduğu denizlerden kıskandığını söylüyor.
Uzaklar adlı teknesiyle 5 yıl dalgalarla boğuşan Osman Atasoy, teknesini çocuğu gibi görüyor. Teknelerin tahta parçasından ibaret olmadığını düşünüyor. Atasoy, teknesiyle henüz bütünleşemediğini anlatıyor. Ancak tekneyle paylaşımları arttıkça bu ruhun oluşacağına inanıyor. Atasoy, bu duyguyu şöyle tanımlıyor: “İnsanın çok sevdiği bir çocuğundan sonra başka bir çocuğa sahip olması gibi. Teknenin gıcırdamasını, direğin sallanmasını bir organımın hareketleri gibi hissediyorum. Dalgalara vurdukça fırtınalarla mücadele ettikçe benim de canım acıyor. O dalgalara vurdukça ben de vücuduma darbe almış gibi oluyorum.” Uzaklar, ilk dünya turunu 28 yıl önce yapan Sadun Boro’nun Kısmet’inin yanında Rahmi Koç Deniz Müzesi’nde denizseverleri bekliyor.