Kıymetli Sadun (Boro) Ağabeyimiz 1965 yılında demirlediği Las Palmas’ın La Luz Limanını Pupa yelken adlı kitabında şöyle anlatmış: (…) denizin üstü iki parmak simsiyah bir yağ tabakası ile kaplanıyor. La Luz yol boyunca gördüğümüz suyu en pis limandı. Daha ilk günden teknenin içi dışı, botla sahile giderken üstümüz başımız yağ içinde kaldı.
Kısmet’ten 34 yıl sonra biz de aynı yere demirliyoruz. Sadun Ağabey’den bu yana La Luz’da çok şey değişmiş. Suyun üzeri artık yağ tabakasıyla kaplı değil. Yağ, mazot, sintine atıkları bir yana, ıssız koylarda bile sanki denize ait ‘normal’ şeylermiş gibi yadırgamadan baktığımız naylon torba, pet şişe gibi nesneler dahi burada yok. Limanın yeşilimsi sularında çöpler yerine rüzgâr sörfleri, bembeyaz yelkenlerini açmış optimistler, laserler, 470’ler, piratlar, bu adalara özgü bir sınıf olan latin armalı, derin omurgalı yarış yelkenlileri bir aşağı, bir yukarı volta atıyorlar.
Demirlediğimiz yerin biraz ilerisinde şehrin plajı yer alıyor. Rengi kızıla çalan kumların üzerinde her milletten turist uzanmış; kimi güneşleniyor, kimi denize giriyor. Geçmişteki pisliğin izleri sadece hatıralarda ve o günleri anlatan kitapların sayfalarında kalmış gibi. Suların temizlenmesinin nedeni limanın ve şehrin başka yere taşınmış olması değil. Las Palmas şehri aynı yerde duruyor ve nüfusu bir milyona ulaşmış. La Luz Limanı da hâlâ yerinde. Üstelik geçmiş yıllara göre birkaç misli büyümüş. Yeni mendirekleri, rıhtımları, yükleme-boşaltma tesisleri ve dev vinçleriyle La Luz, Kuzey Atlantik’in sayılı limanlarından biri olmuş.
Limanda muazzam bir hareketlilik var. Her yarım saatte bir büyük bir gemi giriyor veya çıkıyor. Yük gemileri burayı aktarma limanı olarak da kullanıyorlarmış. Afrika kıtasına gidecek yükler büyük gemilerden burada indiriliyor, daha küçük gemiler bunları alıp Afrika limanlarına dağıtıyor. Balıkçı filolarına ait gemiler ise limanın ayrı bir köşesini kullanıyorlar. Buradaki uzun rıhtımlara aborda olup yüklerini boşaltıyorlar, ikmal yapıyorlar.
Bu kadar büyük ve işlek bir limanın içinde suyun temiz olmasına ben çok şaşırdım. Bu işin sırrını öğrenirsem sizlerle paylaşacağım.
Limanı sadece yük ve balıkçı gemileri kullanmıyor. İçleri turist dolu dev transatlantikler limanın kuzeyindeki rıhtımlara yanaşıyorlar. Bunlardan her gün birkaç tanesi limana giriyor. Akşam hava karardıktan sonra bu dev gemilerin girişlerini, çıkışlarını seyretmek pek eğlenceli oluyor. Liman ağzına yaklaşırlarken, uzaktan bakıldığında, hareket halindeki küçük bir şehre benziyorlar. Mendireklerden içeri girince bunun bir gemi olduğu anlaşılıyor.
Uzaklar’ın havuzluğunda oturup, bence bir gemiden çok büyük bir apartmana benzeyen bu dev kütlenin yaklaşmasını izliyoruz. Bu kocaman ‘şey’ in iki yanında apartman daireleri gibi üst üste yükselen, önleri balkonlu kamaralardan yansıyan sarı ışıklara, bu yüzen kütlenin aslında bir gemi olduğunu hatırlatan yegâne parçaları direkler ve bacalar arasına gerili rengarenk neonlara, yüzlerce meraklı turist kamerasının peş, peşe patlayan flaşlarına, disko olduğunu tahmin ettiğimiz yerden çıkıp gökyüzüne uzayan tuhaf ışıklara, bu ışıkların tümünün oluşturduğu cümbüşe, adeta bir havai fişek gösterisine bakar gibi bakıyoruz.
Las Palmas’ta sadece gemileri seyretmiyoruz. Buraya gelişimizdeki asıl amacın Alman mühendis Alfred’le buluşmak ve Uzaklar II’ye yeni bir haberleşme sistemi kurmak olduğundan bahsetmiştim. Bir süredir bu sistemi kurmakla, daha doğrusu sistemi kurmak için gerekli parayı temin etmekle uğraşıyorduk.
İstanbul’dan gelen bir mesajla bu sorunumuz halloldu. İhtiyacımızı öğrenen kuzenim Nilgün, kardeşlerim Ayşenur ve Seymen bir araya gelip bu işin maddi kısmını üstlenmeye karar vermişler. İnsanın akrabaları olması ne güzel bir şey… Bu olay bana aile planlaması denilen şeyin, aslında pek iyi bir şey olmadığını düşündürttü. Her aileye bir çocukmuş… Neyse ki böyle şeylere itibar etmemiş zamanında büyüklerimiz! Aile dayanışması sayesinde bu işimizi de halletmiş olduk. Artık Alfred’in parasını verip sistemimizi kurdurtabiliriz.