Parana nehrinde karaya nasıl oturduğumuzu merak edenler olmuş. O kadar dikkat etmemize rağmen, karaya nasıl oturduğumuzu önce biz de anlayamadık.
Hâlbuki nehrin kolları arasındaki yolculuğumuz gayet iyi başlamıştı. Önceleri akıntı aleyhimizeydi. Milim milim ilerliyorduk. Çok yavaş gitmemiz dışında her şey yolundaydı. Daha sonra akıntıyı arkasına alan Uzaklar II hızlandı. Son sürat hedefine doğru ilerlemeye başladı.
Amazon nehrinde seyretmeyi çok arzu etmiştik. Ancak zaman darlığından bu isteğimizi gerçekleştirememiştik. Parana nehri üzerinden güneye doğru inerken kendimi Amazonya’daymış gibi hayal ediyordum. Üzerimizde vahşi kuşlar çığlıklar atarak uçuşuyorlardı. Ağaçlar arasında tek tük kulübeler görünüyordu. Kendimden geçmişim. Teknenin yavaşladığını hissetmedim bile. Ancak tamamen durduğumuzda kendime geldim.
Küpeşteden aşağıya baktığımda altımızdaki su hâlâ ileriye doğru akıyordu. Fakat biz olduğumuz yerde duruyorduk. Karaya oturduktan sonra yaşadıklarımızı bir önceki (26 Mayıs tarihli) yazıda anlattığım için tekrar yazmıyorum. Tekneyi sığlıktan çıkarınca, kurtulmamıza yardım eden sürat teknesindekiler derin suyun karaya yakın olduğunu işaret ettiler. O tarafa doğru girmemizi söylediler. Bunu duyunca şaşırdım.
Biraz önce doğu kardinalini nizami şekilde bordalamıştık. Kardinalden sonra nehir sağa doğru seksen derece dönüyordu. Derin suyun iki yaka arasındaki mesafenin ortasından geçtiğini düşünerek, rotamızı orta hattan geçecek şekilde değiştirmiştik. Hâlbuki kanal soldaki kıyıyı yalayarak geçiyormuş. Böyle olduğunu nereden bilebilirdik ki…
Bir ülkenin karasularındaki fenerlerin, şamandıraların, seyir işaretlerinin o ülkenin denizciliğinin aynası olduğuna inanırım. (Yukarıdaki fotoğraf IALA B sistemine göre sancakta bırakılacak bir çakara ait.) Bugüne kadar Arjantin’in denizci bir ülke olduğunun işaretlerini çokça görmüştük. Ne kadar titiz olduklarına şahit olduğumuz Arjantinli yetkililer nasıl olmuştu da, böylesine kritik bir yerde yeterli markalama yapmamışlardı. Cevabını Barlovento Yelken Kulübüne vardığımızda öğrenecektik.
Barlovento’da Uzaklar II’yi karşılayan Arjantinli denizci dostumuz Erwin Rosenthal’e başımıza gelen olayı, biraz da sitem ederek anlattığımda güldü. “Osman, bir nehirde derin suyun nereden geçtiğini herkes bilir, sen bilmiyor muydun?” Önce anlayamadığım bir espri yaptığını zannettim. Meğer espri yapmıyormuş. Bilmediğimizi öğrenince anlattı. Böylece biz de öğrenmiş olduk.
Nehirlerde derin su hattı tahmin ettiğimiz gibi ortadan geçermiş. Ancak dönüş yerlerinde bu kural değişirmiş. Akıntıyla birlikte giderken, sağa dönüşlerde derin su hattı ortada olmazmış. Soldaki kıyıya yakın geçermiş. Sola virajlarda ise bunun tersi geçerli olurmuş. Yani derin su hattı bu sefer sağ tarafta kalırmış. Ortada ve diğer yakada ise su genellikle sığ olurmuş. Biz sağa dönerken orta hattı tutturduğumuz için sığlığın üzerine düşmüşüz!
Daha önce bir kere nehirde seyretmiştim. 1996 yılında Avustralya’nın Bundaberg nehrine girmiştik. Ama o derin bir nehirdi. Üstelik o zamanki Uzaklar’ın su çekimi 1.5 metre bile değildi. Bilmemek ayıp değil. Şimdi Parana nehrinde nehir seyrinin inceliklerini öğreniyoruz.
Şu deniz ne muazzam bir öğretmen… Çoğu zaman babacan ve bilge… Fakat bazen aksiliği tutuyor. En ufak hatayı bile affetmeyen sıfırcı hocalara dönüyor. Bir anda tokadını yüzünde hissediyorsun. Bakalım, ondan daha neler öğreneceğiz. “Sevgili Deniz, seni çok seviyorum, umarım sen de aynı duyguları besliyorsundur. Bizi bazen cezalandırabilirsin. Ama hiçbir zaman çok acımasız olma. Lütfen… Tamam mı!..”