Ushuaia’daki yelken kulübünün iskelesinde hazırlıklara devam ediyoruz. Tahta iskeleye üst üste aborda olmuş teknelerin üzerine bağlıyız
Yanımızdaki tekne Belçika bayraklı 16 metrelik nefis bir yat. Ermeni asıllı sahibi Andre’yi Brezilya sahillerinden tanıyoruz. Üzerine yanaşırken Türkçe, “Hoş geldiniz…” diye selamlayarak bağlanmamıza yardım ediyor.
O da bir başka tekneye bağlı; Ünlü denizci Skip Novak’ın 20 metrelik yeni teknesi “Pelagic Australis’e…” Dün akşam Shaman adlı yeni bir tekne geldi. Sıradaki dördüncü tekne olarak üzerimize aborda oldu.
Herkes harıl harıl Güney Okyanusunda çıkacağı bir sonraki seyre hazırlanıyor. Burada kafamızdaki tekne ölçülerine dair kavramlar değişiyor. Etrafımızdaki teknelerin boyu 15 metreden başlıyor. Gözümüze önceden büyük görünen Uzaklar II’nin aralarında küçücük kaldığını fark ediyoruz.
Teknelerin hemen hepsi sac veya alüminyum gövdeli… Dalgaların suyla doldurmaması için havuzlukları küçücük. Tamamen kapalı davlumbazların (pilot house) içinde kötü havalar için dümen donanımı bulunuyor. Güvertelerin bir köşesinden krom soba bacaları çıkıyor. Tecrübeli denizcilerin hiç biri elektrikli ısıtıcı kullanmıyor. Kamaralar mazotla çalışan sobalarla ısıtılıyor.
Bu sularda dolaşan teknelerin tamamına yakını Fransız bayraklı… Tek tük Hollanda bandıralı tekneye de rastlanıyor. Horn Burnu’nun güneyinden gelen teknelerde bir şey dikkatimizi çekiyor. İskeleye yanaşırken hangi ülkeye ait oldukları anlaşılmıyor. Kıçtaki bayrağın yarıdan çoğu parçalanmış oluyor. Gönderde takılı kalmış yırtık pırtık bir bez parçası milliyetlerini belirlemeye yetmiyor. Gelen her yeni tekneyi gördükçe Horn Burnu civarında havanın nasıl olduğunu merak ediyoruz. Ancak çoğu kez mürettebata havayı sormaya gerek kalmıyor. Bayraklarının bu hâli o bölgede rüzgârın nasıl olduğunu çok güzel anlatıyor.
Buraya gelirken kırk derece güney enleminden sonra rüzgâr çok sert esmeye başlamıştı. Elli derece enlemine vardığımızda sık sık fırtına şiddetinde havalarla karşılaşıyorduk. Patagonya’da girdiğimiz bir balıkçı limanında kocaman balıkçı gemileri gördüydük. Bu sularda ancak bu boyutlardaki gemilerle balıkçılık yapılabiliyordu.
Ushuaia’da Türkiye’den gelmiş denizci dostlarla karşılaşmak çok hoş bir sürpriz oluyor. Serdar Ahıskalı ve Lale Manço Ahıskalı’yla iki güzel gün geçiriyoruz.
Siteye yazan dostlar, özellikle tıp doktoru olanlar Sibel’in gözünün son hâlini soruyorlar. Sibel’in yarası tamamen kapandı. Sadece izi kaldı. Artık onu da Horn seyahatinin anısı olarak taşıyacak sanırım! Aşağıdaki fotoğraflar yaranın ilk hâlini gösteriyor. Allah kimsenin, özellikle açık denizlerde dolaşanların başına böyle bir kaza getirmesin.
Göz kapağının üstü ve altı yırtık. Üstteki çok önemli değil, ama alttaki derin ve şakağa kadar uzanıyor. Kulakta da derin bir kesik var. Fakat gözdekiler kadar önemli değil. Vakit geçirmeden ilk müdahale yapılıyor. Önce yara uçlarını biraraya getirip dikmeyi deniyoruz. Ama olmuyor. Alt göz kapağındaki yaranın ucu göze çok yakın, yeterli pay yok. Dikmek yerine telli bantla yanlardan tutturuyoruz. Sibel el aynasıyla bakarak bana yardımcı oluyor. Elimizden geleni yapıyoruz. Artık sık sık pansuman yapacak, yaranın mikrop kapmamasına dikkat edeceğiz.
Ertesi gün Macellan Boğazı’nın girişine yakın bir yere demirliyoruz. Sibel’in dinlenmesi gerekiyor. Ancak buraya demir yeri demek mümkün değil. Güneyden fırtına şiddetinde esen rüzgârın dalgaları bütün gün Uzaklar II’yi dövüyor.
Yaranın biraz olsun iyileşmesi için Sibel’in güverteye çıkmaması, kamarada kalıp yatması gerekiyor. Ancak dalgaların sarstığı teknenin içinde uyumak kolay değil. Rüzgârın daha da artmamasını dileyerek zor bir gece geçiriyoruz. On metreyi bulan meddücezir yüzünden karadan çok açıktayız. İlerde Patagonya’nın ıssız toprakları uzanıyor. Girebileceğimiz en yakın Arjantin limanı üç günlük yolda.
Birkaç gün sonra yara kapanmaya başlıyor. Hava çok soğuk. Buz gibi esen rüzgâra karşı Sibel gözünü bantlıyor. Üzerine babasının başlığını giyiyor.