Ekrem İnözü yolladığı e-postada yazıyor: “Hazır oradayken geçmiş, gelecek bütün Ramazanları kaza ediver… Bu fırsat bir daha eline geçmez!” Ekrem Abi haklı… Güneyin bu enlemlerinde, yılın bu mevsimi güneşin doğmasıyla batması neredeyse bir oluyor. Birkaç saat aydınlık, sonrasında bitmek bilmeyen uzun bir gece daha. Dahası da var; biraz daha güneydeki Antarktika. Orada günler hemen hep gece. Herhalde sahurdan kalkıp iftara oturuluyor!
İşte nihayet Ramazan Bayramı geldi. Sibel haber veriyor: “Türkiye’de dokuz gün tatil ilan edilmiş.” Ne güzel… Uzaklar II de Türk toprağı sayılmıyor mu. Sayılıyor… O zaman haydi tatile. On beş mil batıda ıssız bir koy var; Lapataia. Nasıl olsa Ushuaia’da bayramlaşacak kimsemiz yok, bari oraya gidelim.
Uzaklar iki yanı karlı dağlarla çevrili koya giriyor. Koyun dibinde minik bir iskele. Görünürde kimseler yok. İskeleye aborda oluyoruz. Kayın ağaçları göz alabildiğine her yeri kaplamış. Bu bölge Şili sınırına kadar, Tierra del Fuego (Ateş Toprakları) Milli Parkı. Kimsenin ürkütmediği hayvanlar etrafta sere serpe dolaşıyor. Besili tavşanlar ağaçların arasında koşuşturuyor. Uzun boyunlu yaban kazları su seviyesinde uçarak biraz ilerdeki azmağın başına toplanıyor. Ağaçları kemiren kunduzlar akarsuların önüne yeni setler yapma telaşında.
Bayram sabahı… Kırmızı kazak, yeni yelek, temiz pantolon… Limon kolonyası, lokum… Merak ediyorum: “Bu lokum da nereden çıktı?” Sibel gülüyor: “Atagün Bey vermişti ya! Hani THY Sao Paulo müdürü olan… Şaşırıyorum. Aradan neredeyse bir yıl geçti, demek ki o kadar zamandır o paketi teknede saklamayı başarmış. Pes doğrusu! Bayramlaşıyoruz. Bedenlerimiz burada, aklımız ve kalbimiz ise çok uzaklardaki sevdiklerimizde.