Son gelen meteorolojik haritaya göre haftalardır kuzeyden esen rüzgâr iki günlüğüne güneye dönüyor. Bu fırsatı kaçırmamaya karar veriyor ve çıkış işlemleri için pasaport polisi Simon’ın ofisine koşuyoruz. Simon yok… Yerine bakan Alan pasaportları damgalayıp uzatırken: “Azorlar epey uzun bir yol, Tanrı yardımcınız olsun,” diyor.
Ertesi sabah Uzaklar II uzun zamandır adeta çakılı kaldığımız Stanley’den ayrılıyor. 24 saatlik bir seyrin ardından Falklandların kuzey batısındaki Saunders adasının altında ıssız bir koya demirlerken rüzgâr yeniden kuzeye dönüyor.
Resmi olarak Falklandlardan ayrılmış olmamıza rağmen, hava düzelene kadar civar adalarda kalmamızda bir sakınca yok. Falklandlarda havanın nasıl aniden değiştiğini, hava raporlarında gözükmeyen deli rüzgârların günlerce nasıl sürdüğünü bilen görevliler, adalarına uğrayan az sayıdaki tekneciye azami kolaylığı gösteriyor.
Liman hayatı insana denizi unutturuyor. Sakin suda, kara evinde oturur gibi oturmaya alışmışız. Demir üzerinde baş-kıç yapan teknede şu satırları yazarken bile başımın döndüğünü hissediyorum! Halbuki niyetim son haftalarda yaşadıklarımızdan; rüzgâr dümeninin durup dururken bozulduğundan, Sibel’in kolunu yaktığından, denizci dostumuz Ahmet Katırcıoğlu’nun yolladığı mektubunda bizi nasıl Amerikalı denizcilere benzettiğinden bahsetmekti. Artık bir sonraki yazıya kaldılar…