Nihayet Akdeniz, 15 Ekim 2012

Atlantik Okyanusu’ndaki son günümüzde yoğun bir gemi trafiğinin içine giriyoruz. Görüş mesafemizdeki gemi sayısı hiçbir zaman on taneden aşağıya düşmüyor. Yasin (Ünlüsayın) Kaptanın yolladığı Ais cihazının ekranı ise ayrı bir âlem. Küçük mavi ikonlarla gösterilen gemileri birbirinden ayırt etmek mümkün değil. Hepsi iç içe girmiş, kocaman mavi bir yumak halini almış. Sibel ekranın bu hâlini görünce çok uygun bir benzetme yapıyor: “Aaa, bu ne hâl, sanki arı oğlu gibi…”

Gözlerimizi dört açmış etrafı gözlüyoruz. Zaten görüş sahamıza giren gemilerin artmasıyla birlikte daha birkaç gün önceden keyfimiz kaçmış, okyanusun ıssız köşelerindeki o tatlı hayatın sonuna geldiğimizi fark etmiştik. Başıboş geçen güzel günlere artık elveda diyoruz. İlk iş olarak vardiya düzeni yeniden ele alınıyor. Kurallar tekrar gözden geçiriliyor, bunlara harfiyan uyulacağına söz veriliyor.

Vardiyayı teslim eden diğerinin yataktan kalktığını görmeden yatağa girmeyecek. Artık öyle eskisi gibi, “vardiya sende” deyip kendini yorganın altına atmak yok. Hatta vardiyacının kalkması beklenecek, onunla biraz konuşulup uykusu dağıtılacak ki, gidip hemen salondaki bankta kaldığı yerden uyumaya devam etmesin! En önemli kural da, vardiyalar artık salondaki bankta uyuklayarak değil, havuzlukta gemi ışıkları kollanarak tutulacak.

Buraya kadar kazasız belasız geldik, bundan sonra bir aksilik olsun istemiyoruz. Zira bu işin şakası yok. Uzunca bir süre yelkenliler için en büyük tehlike olan gemilerin arasında seyredeceğiz. Etrafımızdan gemiler eksik olmayacak. Malum, görüşün iyi olduğu bir havada bile, bir yelkenlinin güvertesinden bakınca görünen ufuk çizgisi sadece 3 mil ilerisidir. Dünya portakal gibi yuvarlak olduğu için daha ilerisini göremiyoruz. Ancak ufkun arkasındaki küçük bir tekne değil de büyük bir gemiyse, yüksek direkleri ve bacası sayesinde onu 9-10 milden görmek mümkün.

Gerçi 9-10 mil de fazla bir mesafe değil. Gemilerin hızı gün geçtikçe artıyor. Saatte 20 mil yapan gemiler artık az değil. Tam pruva hattından üzerimize doğru gelen böyle bir geminin hızına bizimkini de ekleyince, ortaya 25 mil gibi yüksek bir rakam çıkıyor. Bu da 10 mil ilerde olduğu için henüz göremediğimiz bir geminin sadece 24 dakika sonra yanı başımızda belirmesi anlamına geliyor. Eğer bu süre içinde kamaradan çıkmamışsak, mesela tuvalette veya kuzinedeysek, geminin çarpıp üzerimizden geçmesi işten bile değil.

Gece Cebelitarık Boğazı’na 50 mil kala trafik inanılmaz bir yoğunluğa ulaşıyor. Akdeniz’den okyanusa çıkanlar, okyanustan Akdeniz’e girenler, Kuzey Avrupa ve İngiltere istikametinden gelip Afrika sahillerinden aşağıya inenler, tam aksi yönde kuzeye çıkanlar… Bütün bu gemilerle denizin üzeri mahşer yerine dönmüş vaziyette. Etrafımızdakiler sadece gemiler değil. Trafiğin ortasında avlanan irili ufaklı bir sürü balıkçı teknesi bu curcunayı daha da arttırıyor.

Seyir fenerlerini takip etmekten yorulan gözlerimizi ovuşturarak rahatlatmaya çalışıyoruz. Yorgun olan sadece gözlerimiz değil. Bir an olsun susmayan telsizden gelen sesler kulaklarımızdan beynimize giderek adeta orayı uyuşturuyor. Birbirinden yol isteyen, geçeceği bordayı söyleyen kaptanların olağan konuşmalarına alışığız. Ama diğer konuşmalar, sesler bizi şaşırtıyor, üzüyor.

Telsizin acil çağrılara da ayrılmış 16’ncı kanalından yükselen akla hayale gelebilecek her türde konuşma, anons ve ses gece boyunca kulaklarımızı tırmalıyor. Bu tuhaf konuşmaların en masumları memlekette bıraktığı nişanlısına, yavuklusuna duyduğu sevgiyi, özlemi uzun uzun anlatarak kendini rahatlattığını düşünen gemiciler oluyor. Bazıları sevdikleri müziği başkalarına da dinletmeyi kendine görev edinmiş.

Büyük bir çoğunluğun ise Filipinli gemicilere kafayı takmış olduğu anlaşılıyor. Filipinlilerin maymun olduğunu ima eden muzlu, maymunlu sözde şakalar, ırkçı sloganlar, kaba sözler sadece çağrı ve acil durum bildiriminde kullanılması gereken 16’ncı kanalda gırla gidiyor. Aradaki boşlukları ise geğirme (bir insan nasıl olur da bu kadar uzun geğirebilir) ve yellenme sesleri dolduruyor!

Uzaklar gemilerin, seslerin ve türlü konuşmaların arasından geçerek sessizce ilerliyor. Sabahın ilk ışıkları tan yerini ağartmaya başlarken Akdeniz’in bildik sularına giriyoruz.

 

Scroll to Top