Lemaire Adası ile anakara arasındaki boğazdan güneye doğru inmeye devam ediyoruz. 65 derece güney paraleline artık bir şey kalmadı. 10 mil sonra oradayız. Ama önce ‘Waterboat Point’ adlı koyda demirleyeceğiz. Orada Şili’ye ait bir üs olduğunu biliyoruz. Hem üssü dolaşmak istiyoruz, hem de burada ilk defa Antarktika ana karasına ayak basacağız.
Boğazda ilerledikçe yolumuza çıkan buzların miktarı da artıyor. Ağır yolla aralarından geçiyoruz. Buz parçalarının kimi ev büyüklüğünde. Akıntıyla ağır ağır sürükleniyorlar. Dürbünle ufku tarayan Sibel endişeli bir sesle konuşuyor: “Sanırım daha ileri gidemeyeceğiz. Önümüz kapalı gibi görünüyor.”
Üssün bulunduğu burnun açığına gelince duruyoruz. İrili ufaklı buz kütleleri önümüzde geçit vermez bir set gibi uzanıyor. Davlumbazın üzerine çıkıp bakıyorum. Demirlemeyi planladığımız koyun içi de buzlarla kaplı. Üssün siyah boyalı barakaları buz duvarının arasından çürük dişler gibi sırıtıyor.
Tekneyi daha fazla buzların arasına sürmek tehlikeli olabilir. Demek ki burada durmak kısmet değilmiş. Pruvayı yeniden güneye çeviriyoruz. Burnu bordalarken küçük bir girinti dikkatimizi çekiyor. Dürbünle o tarafa bakıyoruz. Koyun içi temiz görünüyor. Birkaç küçük buz parçasından başka engel yok gibi. Derinliği kontrol ederek ağır yolla içeri giriyoruz.
Derinlik hızla azalıyor. 50 metre, 40, 30, 25, 15 metre. Göstergede 10 metreyi görünce başa doğru sesleniyorum: “Funda demir…” Baş üstünde hazır bekleyen Sibel eğilerek ırgatın fenerliğini gevşetiyor. Demir zinciri bildik bir şarıltıyla suya akıyor. Az sonra Sibel’in sesi duyuluyor. “45 metre zincir döşendi, bosa tutuldu…” Motoru tornistana takıyorum. Uzaklar II bir süre geri geri gittikten sonra kasılır gibi oluyor ve duruyor. Baştan gene Sibel’in sesi geliyor: “Tamam… Demir kazıkladı…”
Motoru durdurunca kulaklarımızı penguenlerin çığlıkları dolduruyor. Sahile doğru göz atıyoruz. Hilal şeklindeki koyu çevreleyen kayalıkların altı, üstü, ilerdeki yamaçlar, her yer büyük bir penguen kolonisi tarafından mesken tutulmuş. Karadan esen hafif rüzgâr penguenlerin ağır kokusunu bulunduğumuz yere taşıyor.
Şişme botu taşların üzerine çekip üsse doğru yürüyoruz. Önümüzde birkaç barakadan oluşan küçük bir yerleşim bulunuyor. Yapıların arasında penguenler dolaşıyor. Kimi göğsünü doğuya çevirmiş miskin miskin güneşleniyor. Kimi kollarını ip cambazları gibi iki yana açmış, telaşlı ve paytak adımlarla bir yere gidiyor.
Acaba burada sadece penguenler mi yaşıyor diye meraklanırken esmer bir adamın bize doğru yürüdüğünü görüyoruz. Üzerinde havacıların giydiği türden bir üniforma bulunuyor. Gülümseyerek elini uzatıyor: “Benim adım Tomas Cruz, Gonzales Videla üssüne hoş geldiniz…”
Önündeki direkte Şili bayrağı dalgalanan binadan içeri giriyoruz. Dar bir merdivenle yukarı kattaki gözetleme kulesine çıkıyoruz. Geniş camlardan az önce giremediğimiz koy görünüyor. İçi silme aysberg dolu. Kule 360 derecelik görüş açısına sahip Buzlarla çevrili panaromik görüntü insanın içini üşütüyor. Fakat odanın içi sıcacık, masanın üzerindeki teypten oynak bir Latin Amerika müziği yükseliyor.
Tomas’ın rehberliğinde üssü dolaşıyoruz. Rehberimiz Şili donanmasıyla, hava kuvvetlerinin ortaklaşa kullandığı üste 9’u havacı, 4’ü bahriyeli 13 personelin görev yaptığını anlatıyor. Kendisine nasıl bir görev yaptıklarını, bilimsel araştırmalarda mı bulunduklarını soruyorum.
Tomas açık sözlü birine benziyor. Bu üste bilimsel araştırma yapılmadığını, günlerini videoda film izleyerek geçirdiklerini söylüyor. Elini dolgun göbeğinin üzerinde gezdirerek konuşmasını sürdürüyor: “Üsteki 13 personelin ikisi aşçı… Birbirinden güzel yemekler yapmakta adeta birbirleriyle yarışıyorlar… Hepimiz buraya geldiğimizden beri bir miktar kilo aldık. Birer biraya ne dersiniz?”
Tomas’ın ikram ettiği biraları içerken içeriye uzun boylu bir subay giriyor. “Ben üs komutanı Victor Estoy. Üssüme hoş geldiniz… Bu sularda ilk defa bir Türk teknesi görüyoruz. Belki geçmiş yıllarda gelen olmuştur, ama kayıtlarımızda da göremedim.” Sibel Uzaklar’ın Antarktika’daki ilk Türk teknesi olduğunu ve ilk defa burada karaya çıktığımızı söyleyince komutan heyecanlanıyor.
İçeri gidip elinde pahalı bir şişe şarapla geri geliyor. Karşı koymama rağmen şişeyi elime tutuşturuyor. Sonra bizi dışarı davet ediyor. Hep beraber çıkıyoruz. Komutan bunun tarihi bir an olduğunu iddia ediyor ve Şili bayrağı boyalı büyük bir duvarın önünde toplu resmimiz çekiliyor. Binaya geri dönünce Sibel çantasından çıkardığı Türk bayrağını uzatıyor. Komutan bayrağı alıp duvara asıyor.
İzin isteyip kalkıyoruz. Geldiğimiz yoldan, penguenlerin arasından yürüyerek botu çektiğimiz girintiye varıyoruz. Sular yükselmeye başlamış. Bir taşın üzerine oturup yarısına kadar penguen dışkısına bulanmış çimelerimizi temizliyoruz. Uzaklar II koyun ortasında hafif hafif salınıyor. Arkasındaki buz kaplı yamaçların önünde kırmızı gövdesiyle her zamankinden daha güzel görünüyor.