Sabah kalktığımda el yordamıyla banyoya gidiyorum. Vakit epeyce ilerlemiş olmasına rağmen hava hâlâ karanlık. Bu aylar Güney Yarıküre’nin kış mevsimi… Güneş çok geç doğuyor, çok erken batıyor. Uzunca bir süredir Uzaklar II’de enerji sorunu yaşıyoruz. Aküler bitik, ısıtıcı çalışmıyor, lambalar yanmıyor. Kafa lambasını başıma geçirip lavaboda yüzümü yıkıyorum.
Aküleri bir türlü dolduramıyoruz. Daha doğrusu dolduruyoruz da dolu tutamıyoruz. Kimi zaman yaptığımız uzun bir motor seyrinden sonra göstergeler akülerin dolduğunu gösteriyor. “Oh ne güzel,” diye seviniyoruz. Fakat sevincimiz kısa müddet sonra kursağımızda kalıyor. Daha ilk sarfiyatta kontrol panosundaki voltmetrenin aşağıya doğru hareketini, neredeyse gözle takip ediyoruz.
Hele sabahları voltmetre inanılmaz rakamlar gösteriyor; 7.5’ları hatta 5.5 voltları görüyoruz! Neler oluyor. Yoksa gece biz uyurken birisi akülerden enerji mi çalıyor. Ama bu imkansız. Çünkü aküler yatağın altında, üzerinde de biz yatıyoruz! Bir yerden kaçak olması da mümkün değil. Emin olmak için tüm çıkış bağlantılarını kaç kez söküp kontrol etmedik mi.
Peki ne oluyor bu akülere… Üstelik daha yeni sayılırlar, Türkiye’den yola çıkarken almıştık. Orta halli bir akünün bile beş yıl sorun çıkarmaması gerekir. Eğer iyi kullanılır, aşırı şarj edilmez, sık sık da deşarj olmazlarsa bataryaların çok daha uzun süre dayandığını tüm denizciler bilir. Aşırı sarfiyattan kaynaklanabilecek sorunlar yaşamamak için tüm önlemleri baştan almıştık.
Seyir fenerleri de dahil olmak üzere lambalarımız led ampullü. (İzmir’deki Yıldız Led firmasının sahibi Can Öztuğ kendi elleriyle hazırlamıştı bu ampulleri.) Tatlı suyu ayak pompasıyla çekiyoruz. Birçok teknede akülerin ölüm fermanının altında imzası olan buzdolabı bizde de var. Ama Antarktika’ya bu kadar yakın sularda seyir yapan her teknede olduğu gibi, buzdolabı bizde de sadece nostaljik bir aksesuvar. Ancak hakkını yemeyelim. Kullanmasak da gene işimize yarıyor. Baktıkça Akdeniz, Karayipler gibi sıcak suları hatırlıyoruz. Bedenimiz olmasa da hiç olmazsa ruhumuz bir parça ısınıyor!
Uzaklar II’nin en önemli elektrik sarfiyat kaynağı Eberspacher marka ısıtıcısı. Isıtıcının sıcak suyu kalorifer peteklerine pompalayan küçük bir su pompası bulunuyor. Pompa saatte 3 amper akım çekiyor. Az değil, ama ısıtıcıyı günde sadece 4 saat çalıştırıyoruz. Bu da 12 amperlik bir sarfiyat eder ki, tek başına akülerin ölümüne yol açmaması gerekir.
Acaba akülerimize ne oluyor. Uzun kış gecelerinde mısır patlatılır, tombala oynanır filan… Bizse bu uzun kış gecelerini zayıf bir ışığın aydınlattığı kamarada kendi tecrübelerimizi, teknedeki yerli kaynakları ve Nigel Calder adlı yazarın ecnebi uzun yol denizcilerinin baş ucu kitabı olan eserini (Boatowner’s Mechanical and Electrical Manual) hatırlayıp okuyarak geçiriyoruz. Akülerimizin hastalığını teşhis etmeye çalışıyoruz.
Ancak elimizdeki kaynakların hiç birinde bizdeki akülere rastlayamıyoruz. Anlaşılan bizimkiler değişik bir tür… Uzaklar II’nin servis grubunda dört adet 200’er amperlik akü bulunuyor. Motor için (servis aküleriyle bağlantısı olmayan) iki adet 60’ar amperlik akü, baştaki manevra pervanesi içinse gene iki adet 60’ar amperlik akü bulunuyor. Bu aküler Bursa’da birkaç yıl önce açılan bir fabrikanın ürünü.
İDO ve Emniyet Genel Müdürlüğü, kendi araçlarında bu aküleri kullanıyormuş. Aküleri almadan önce görüştüğüm İDO’nun mühendisleri deniz otobüslerinde kullandıkları akülerden memnun olduklarını söylemişlerdi. (Tabii orada otomobillerde olduğu gibi, aküler kullanılırken motorlar daima çalışıyor.)
Biz aküleri ‘jel akü’ olduklarını düşünerek almıştık. Bilindiği gibi jel aküler bakım gerektirmeyen ve geleneksel akülere göre daha üstün özelliklere sahip oldukları belirtilen aküler. Ancak aküler elimize geçtiğinde üstlerinde sulu akülerdeki gibi altı adet kapakçık bulunduğunu fark ediyoruz. (Halbuki ben jel akülerin üzerlerinin tamamen kapalı olduğunu bilirdim.) Bu kapakları açınca içerdeki peteklerin üzerinin bir jel tabakasıyla kaplı olduğunu görüyoruz. Daha sonra akülerin üzerinde ‘Jelli Akü’ yazdığını fark ediyoruz. Ancak okuduğumuz kaynakların hiç birinde böyle bir akü türünden bahsedilmiyor.
Uzaklar II’yi inşa ederken elden geldiğince yerli malzeme kullanmaya gayret etmiştik. Belki de bunda daha çocukken bilinç altımıza yerleştirilmiş; “Yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı…” sloganının etkisi de vardı. Ayrıca ulusal sanayiye, karınca kararınca da olsa destek olmak güzel bir hareketti. Üstelik Tuzla’da çok kaliteli yerli ürünler bulunuyordu. Zaten Bursa’da yapılan akülerin de kalitesiz, kötü ürünler olduğunu düşünmüyoruz.
Sanırım sadece bu soğuk iklime uygun değillermiş. Seyir yaptığımız yerlerde deniz suyu sıcaklığı çoğu zaman donma noktasına yakın. Akülerin bulunduğu yer su seviyesinde. Tekne gövdesi sac olduğundan o bölmede sıcaklık 5 dereceyi geçmiyor. Galiba yaşadığımız problem de bundan kaynaklanıyor. Sorunumuzu e-posta yoluyla aktardığımız imalatçı firma kapakları açıp peteklerin üzerine birkaç damla saf su dökmemizi salık veriyor. Ancak bu yöntem de işe yaramıyor. (Bu satırları okuyanlar arasında benzer tecrübeler yaşamış olanlar varsa ve bu tecrübelerini burada bizlerle paylaşırsa seviniriz.)
Tierra del Fuego ve Patagonya gibi dünyanın en soğuk ve sert ikliminde enerjisiz kalmak hiç hoş değilmiş. Haftalardır bu şartlarda yaşamaya çalışıyoruz. Teknedeki günlük hayatımız her geçen gün zorlaşıyor. Yeteri kadar ısınamamak en büyük sorun. Güneş panelleri ve rüzgâr jeneratörü bu enlemlerde pek işe yaramıyor. Güneş çok geç doğuyor ve ufuk çizgisinden kırk derece kadar yükseldikten sonra bir yay çizerek batıyor. Yüksek dağlardan dolayı bazen günlerce güneşin yüzünü göremiyoruz. Ya fırtına şiddetinde esen, ya da hiç esmeyen rüzgârın rüzgâr jeneratörüne bir faydası dokunmuyor.
En yakın yerleşim yerine ancak bir ay sonra varabiliyoruz. Bu koşullarda yola devam etmenin konforsuzluktan ziyade tehlikeli olacağını düşünüyor ve en doğru hareketin Puerto Williams’a dönmek olduğuna karar veriyoruz. Orada veya Ushuaia’da yeni akü bulma şansımız var.