Horn Burnu’nu Nasıl Geçtik, 31 Mart 2011

Dokuz Mart sabahı, saat on suları. Horn Burnu’nun 11 mil açığındayız. Uzaklar II küçültülmüş yelkenleriyle hedefine doğru ilerliyor. Aslında yelkenleri bu kadar küçültmemize hiç gerek yoktu. Rüzgâr güneyden 4 kuvvetinde esiyor. Bu sular için sakin denebilecek bir hava. Anlaşılan Horn Burnu’nun ününden o kadar etkilenmişiz ki, sanki her an fırtına çıkacak, azgın dalgalar üzerimize çullanacak sanıyoruz.

55 derece 58 dakika güney enlemine kadar indik. Biraz daha ineceğiz. Kulağımız Horn’u dönmüş tecrübeli denizcilerin söyledikleriyle dolu. Hep aynı uyarılar: “Bu sularda seyrederken aman çok dikkatli olun. Hava tahmin edemeyeceğiniz kadar çabuk değişir. Her an fırtına çıkabilir!”

Gözüm sık sık barometreye takılıyor. İbre 979 milibarı gösteriyor. Dün akşam 997 milibardı. 24 saatten az sürede neredeyse 20 milibar birden düşmüş. İnanılır gibi değil… Daha önce böyle bir şeye şahit olmamıştım. Dün SSB radyo üzerinden aldığımız hava durumunu incelemiştik. Pasifik’ten gelen yeni bir alçak basıncın Horn Burnu’na yaklaştığı görülüyordu. Hava durumuna göre rüzgâr bu akşam batıdan 9 kuvvetinde esecek. Fırtına inşallah zamanından önce gelmez.

Telsizin 16ncı kanalından çağrıldığımızı duyuyoruz. “Uzaklar II, Uzaklar II, burası Hortense…” Çağrıya cevap veriyorum. Arayan iki mil arkamızdan gelen büyük bir İngiliz yatı… Güney Afrikalı kaptanı Gary’yle konuşuyoruz. Gary ile 16 yıl öncesinden tanışıyoruz.

Uzaklar dünya seyahati sırasında, 1995 yılında Avustralya’nın doğu sahilindeki Lizard Adası’na demirlemişti. Yanımızda Wandering Albatros adlı bir başka tekne daha demirliydi. Gary ve eşi Kristin’i işte o zaman tanımıştık. Horn Burnu’na çeyrek kala tekrar karşılaşıyoruz. Dünya denizciler için gerçekten çok küçük!

Gary ve eşi kendi teknelerini Azor Adalarında bırakmışlar. Bir süredir 150 tonluk bu yatta kaptan ve yardımcısı olarak çalışıyor, para biriktiriyorlarmış. En büyük hayali Horn’u geçmek olan patronları, burnu dönerken fotoğraflarını çekmemizi istiyormuş. Onlar da bizim fotoğrafımızı çekeceklermiş. Anlaşıyoruz.

Biraz sonra pruvamızda Horn Burnu beliriyor. Yıllardır ulaşmayı düşlediğim hayalim… İşte orada, tam karşımda duruyor. Okyanusun derinliklerinden çıkmış kara bir piramide benziyor. Ya da dünyaya sırtını dönüp oturmuş dev bir Buda heykeline… Uzaklar II güneyden gelen ölü dalgaların üzerine çıkınca, daha iyi görecekmiş gibi kafamı uzatıp bakıyorum.

Burası dünyanın ucu… Üç büyük okyanusun buluştuğu yer. Üzerimizde kalın boyunlu, çatık kaşlı albatroslar süzülüyor. Kocaman kanatlarını açmış havada asılı gibi duruyorlar. Pruvamızda gri göğüslü yunuslar dalıp çıkıyor. Arkada birkaç denizaslanı burunlarını sudan çıkarmış, yanlarından geçen tekneyi meraklı bakışlarla süzüyor.

Uzaklar II nice gemiye ve mürettebatına mezar olmuş sularda sessizce ilerliyor. Horn Burnu yüzlerce yıl boyunca kendisine ulaşmaya çalışan ne gemiler gördü. Hepsi bizim kadar şanslı değildi. Kimi yönü belirsiz akıntılarla kayalıklara sürüklendi. Kimi binlerce mil boyunca kabara kabara küçük dağlara dönüşmüş dev dalgaların altında kaldı. Burası sadece dünyanın sonu değil. Nice ümitlerin, nice hayallerin son bulduğu bir yer. Altımızda yatan denizcilerin ruhlarına okuyup karanlık sulara doğru üflüyoruz.

Saat 12’de Horn Burnu’nu bordalıyoruz. Mevkiimiz 56 derece Güney, 067 derece 15 dakika Batı. Denizci geleneğine göre bu anı kutlamamız lazım. Teknede bir şişe şampanya var. Türkiye’den ayrılırken Haluk Karamanoğlu vermişti. Ama canım istemiyor. En iyisi çay…

Sibel kamaradan bir bardak çay uzatıyor. İnce belli çay bardaklarından teknede sadece iki tane kaldı. Diğerleri hep kırıldılar. Kalanlara gözümüz gibi bakıyoruz. Hava buz gibi… Avucumun içinde kaybolan bardak içimden önce elimi ısıtıyor. Taze demlenmiş Türk çayından bir yudum alıyorum. Kâğıda tütün koyup sarıyorum. Dumanını kayalığa doğru üflüyorum. Horn Burnu’na sesleniyorum: “Sana gelmek için ne fedakârlıklara katlandık, ne badireler atlattık. Hadi bana bir şeyler söyle…”

Horn Burnu 10 mil uzunluğundaki Horn Adasının güney ucunda yer alıyor. Burnun doğusunda küçük bir koy var. Belki oradan karaya çıkabiliriz. Koya girince buranın demirlemeye uygun olmadığını görüyoruz. Su çok derin, dip kayalık… Gene de şansımızı denemeye karar veriyoruz.

Botu denize indiriyoruz. Sibel sırt çantasına fotoğraf makinesini, kamerayı ve adaya asacağı Türk bayrağını koyup bota biniyor. O sahile doğru kürek çekerken ben Uzaklar II’de kalıyorum. Tekne rüzgârla sahile yaklaşınca motorla biraz açığa çıkıyorum.

Bir saat sonra batı ufkunda kara bulutlar belirmeye başlıyor. Sibel hâlâ görünürde yok. Endişelenmeye başlıyorum. Hava bindirirse burada kalamam. Kalsam da o botla tekneye gelemez. Yarım saat sonra yeşil şişme botun sahilden ayrıldığını görüyorum. Üzerinde Sibel hızlı hızlı kürek çekiyor. Botu tekneye alıp hemen sahilden uzaklaşıyoruz.

On mil kuzeydeki Martial koyuna yaklaşırken ortalık kararıyor. Deli bir rüzgâr yağmurla birlikte kuzey batıdan bindiriyor. Beklenen fırtınanın habercisi olsa gerek. Ama ne gam… Horn Burnu’nu sağ salim döndük ya…

Biraz sonra koya giriyoruz. Sahile yakın 7 metreyi bulunca funda demir… Etrafa ıssız ve vahşi bir görünüm hâkim. Tepelerin üzeri karla kaplı. Her yere uzak bu koyda hava düzelene kadar birkaç gün kalacağız gibi gözüküyor.

Not: İnternet imkanı olunca, Horn geçişiyle ilgili fotoğrafları da yollayacağız.

 

Scroll to Top