Porto Belo, 8 Şubat 2010

Ilhabela’dan ayrılırken niyetimiz Santa Catarina Adası’na kadar gitmekti. Ancak hafif rüzgâr yüzünden adaya varışımızın gece yarısını geçeceğini anlayınca planı değiştirdik. Bilmediğimiz yerlere gece girmeme kuralına uyarak, Catarina’nın 20 mil kadar kuzeyindeki Porto Belo adlı koya demirlemeye karar verdik. Mamafih buraya varışımız da karanlığa kaldı. Artık sabahı beklemedik. Ana karayla küçük bir ada arasından ağır yolla geçip, sakin suya ulaşınca demiri funda ettik.

213_portobelo

213_portobelo

Yola çıkışımızın üçüncü günü sabah rüzgâr gene çok hafif esiyordu. Biz de akşam indirdiğimiz asimetrik balonu tekrar basmaya karar verdik. Sibel baş kaportadan yelkeni uzatırken ben de bütün gücümle mandar halatına asıldım. Kocaman yeşil yelken hafif rüzgârı alınca şişti. Sürünür gibi ilerleyen tekne birden hızlandı. Sanki suyun içinden koca göbekli bir dev çıkmış, teknenin önüne düşerek onu çekmeye başlamıştı. Yelkeni bastıktan sonra ter içinde kıç tarafa gidip aşağıya baktım. Dümenden çıkan suyun izini seyretmek çok güzeldi. Biraz önce aynı yerden baktığımda yerinde sayan minik kabarcıklar şimdi büyümüş, fokurdayarak arkaya doğru akıyordu. Gece boyunca oflaya poflaya iki yana yalpalayan Uzaklar artık II canlanmış yol alıyordu.

Minik kuşumuz gene davlumbazın altındaki bulgur tepsisinin içine girmişti. Minicik gagasıyla bulgurları kırmaya çalışıyordu. Bu sefer kendine ilişmedik. Anlaşılan bulgur dokunmuyordu, istediği kadar yiyebilirdi. Geceyi bizimle geçirmişti. Hava kararırken salondaki içine kıvır zıvır koyduğumuz filenin kenarına tünemiş, gün doğana kadar da yerinden kıpırdamamıştı. Sabah olunca tekneyi terk eder, diye düşünüyorduk. Okyanusta teknelere sığınan yorgun kuşların biraz soluklandıktan sonra yeniden engin maviliklere kanat çırptıklarını, ya da kamaranın bir köşesinde ölüp kaldıklarını biliyordum. Ama o tahminlerimizin aksine tekneden ayrılmadı. Üstelik sağlığının bozuk olduğuna dair bir belirti de yoktu. Hatta düne göre daha canlı görünüyordu. ‘Ciik’ diyerek kamaranın içinde uçuyor, bir navigasyon masasının lambasına, bir meyve filesinin kenarına konuyordu. Adını ‘cik’ koymaya karar verdik.  

214_portobelo

214_portobelo

215_portobelo

215_portobelo

Öğle yemeğinden sonra salondaki ranzaya uzanmış dinlenirken cik masanın üzerindeki kırıntıları topluyordu. Onu seyrederken içim geçmiş, dalmışım. ‘Patt’ diye bir ses ve Sibel’in koşuşturmasıyla kendime geldim. Havuzluğa fırladığımda asimetrik balonumuzu suyun içinde, teknenin peşi sıra sürüklenirken gördüm. İçi su dolup ağırlaşan yelkeni güçlükle güverteye çektik. Allahtan salmaya veya pervaneye dolanmadı. Kazanın sebebini bulmak fazla  zamanımızı almadı. Mandar halatı baş ıstralyaya sürtünerek kopmuş. Neyse ki önemli bir hasar yok. Ancak mandarı yeniden donatmak için epey uğraşmamız gerekecek. Direğin içine kaçan halatı oradan çıkarmak kolay olmayacak. Sonra ıslanan yelkeni tatlı suyla yıkamamız lazım. Yelkenin köşeleri çorabın içine kaçmış. Onları bulup topladıktan sonra yedek mandarla yeniden bastık. Bir süredir duran tekne tekrar yürümeye başladı.

216_portobelo

216_portobelo
Scroll to Top