Ushuaia, 30 Ocak 2011

“Dünyanın Ucundaki Şehre”, Ushuaia’ya dün vardık. Çok yorgun, ama sevinçliyiz. Böylece Uzaklar II’nin seyahatindeki önemli bir ayak tamamlanmış oldu. Türkiye’den yola çıktığımızda bu seyahatin en önemli etabının Mar del Plata ile Ushuaia’ya arasındaki 1300 millik yol olacağını biliyorduk. Yıllardır okuduğum kitaplardan, dergilerden bu sular hakkında epey bilgi edinmiştim. Yol boyu karşılaştığımız denizcilerin anlattıkları Güney Okyanusu hakkında okuduklarımı doğrular nitelikteydi. 

Güney Okyanusundan bir korku denizi gibi bahsediliyordu. Bu suları bilen denizcilerin hepsi korkunç fırtınalardan, yenilmez akıntılardan, dev dalgalardan, 12 metrelik inanılmaz gel-gitlerden, tekneleri saran 50 metre boyundaki kelp yosunlarından bahsediyordu. Bunları dinleye dinleye iyice gerilmiştik. Günler geçtikçe ikimizin de benliğine, bir türlü üzerimizden atamadığımız bir endişe hâli çökmüştü.

Sibel’in başına gelen talihsiz kaza dışında (Sibel’in gözündeki yara kapandı, sadece izi kaldı), başımıza başkaca kötü bir iş gelmeden bu zorlu yolu arkada bıraktık. Çok şükür Le Maire Boğazının tekneleri yutan 12 metrelik dev dalgalarına rastlamadık, ama kötü havalar, şiddetli akıntılar, muazzam gel-gitler, dev yosunlar gördük. Zaman zaman ümitsizliğe kapıldığımız, burada ne işimiz var, diye kendimizi suçladığımız anlar oldu. Bir süre sonra ise içinde bulunduğumuz ortamı kanıksadık. Güney Okyanusunun güzel yüzünü görmeye başladık. O zaman zorluklar daha tahammül edilebilir hâle geldi.

Einstein’ın izafiyet teorisini herkes bilir. Ama anlayanı çok azdır.  Dünyada bu kuramı anlayabilmiş olanların sadece birkaç kişi olduğu söylenir. Geride bıraktığımız 1200 mil bize izafiyet kuramını öğretmediyse de, hayatta her şeyin göreceli olduğunu gösterdi.

Rüzgâr sık sık o kadar kuvvetli esiyordu ki, zamanla bu durumu kanıksamaya başlamıştık. Sanki bize rüzgâr hep böyle esermiş gibi geliyordu. Bir gün havuzluktan kamaraya inip Sibel’e; “Hava sakinledi, ben biraz yatacağım…” dedim. Harita masasındaki göstergeye bakan Sibel, “Evet, 35 mile düşmüş…” diye beni onayladı.

Başımı yastığa korken birden aklıma geldi. Bofor ölçeğine göre 35 mil fırtına şiddetinde rüzgâra denk geliyordu. Hâlbuki biz öyle hissetmiyorduk. Ölçekte fırtına olarak tanımlanan rüzgâr, burada ikimize de tatlı bir meltem gibi geliyordu. Yoksa Einstein’ın anlatmaya çalıştığı görecelilik bu muydu?

Not: Bir süre burada kalıp Horn Burnu geçişi için hazırlanacağız. İnternete bağlanınca, son üç haftadır birikmiş postaları cevaplamaya çalışacağız.

 

 

Scroll to Top